Edebiyat edebiyat mıdır? Bu soruyu duyduğu zaman tüm insanlık tarihini, kültürünü, felsefesini gözönünde bulundurmağa çalışıyor insan. Çünkü bugün bizim sadece bediî eser deyip okuduğumuz örneklerin sayesinde edebiyat eserlerinin çağın tüm ortamını görmüş ve yaşamış oluruz. Yazılı edebiyat, genellikle bir idioloji’nin esasını oluşturmuş oluyor bu idioloji makineleri kalkınmış da olabilir kalkınmasız da. Çünkü insan gerçekleri veya gerçek gibi kabul etmek istediklerini yüksek düzeyde sunmakla kabul etmek ve hazm etmek istiyor. Edebiyat da genellikle siyasal, ekonomi, dini idiolojileri sözün zarif ve hafif nakışlarıyla sunmağa hizmet ediyor. Lakin tüm bunlarla birlikte keza “edebiyat edebiyat mıdır?” sorusuna cevap vermek istesek, edebiyat hayattır deye biliriz.
İnsan duygularının tellali etmek anlamını taşıyan edebiyat bazen bu duyguların düşmanı görevini de üstleniyor. İnsan duygularına en güçlü etki mekanizminin sadece söz olduğunu kabul etsek, edebiyatın idiolojilerinin en büyük silahı olduğunu da rahatlıkla görebiliriz. Tüm Peygamberlerin şair olması ve Tanrı sözünün şiirle, avazla insanlara ulaştırması da bir tesadüf değildir. Keza tarihte bunun çoklu açık örnekleri var. Şiir bir zamanlar bugün dilimizde kullanılan edebiyat ifadesinin eşanlamıdır. Tüm peygamberlerin, tarikat rehberlerinin insan kitlelerine hitabı, rivayet ve efsanelerle olmuştur ki, bu da edebiyatın tarihi ve büyük güçünden haber veriyor.
Edebiyat dedikte sınırsız arzular, hür düşüncü ürünü, zevke hitap eden metinler olmalıdır. Edebiyat hayat hakikatlerinin tellali olduğu için onun edebiyat olmasını şartlandıran esas neden edebiyatın kültür, tarih, sanat, felsefe, ahlak kuralları olmasıdır.
Edebiyat güzelliktir lakin insan evladı dünyanı kan gölüne dönüştürmek çabası edebiyatdan kenar olmamış ve bu edebiyatta savaş gibi konuların yaranmasına ve kalkınmasına neden olmuştur. Roman türünde bir dönemler tarihi roman fikri gibi tanımlanan konunun içinden artık savaş türünde çeşitleri yaranmıştır. Bugün biz Savaş romanlarından bahs eden simpozyuma katılmışık. Eminim ki, simpozyum katılımcılarının her biri böyle konuların edebiyatda olmamasını arzu ederler. Ne yazık ki, bugün yeryüzündeki savaşlar hayatımızın bir parçasına çevrilmiş ve bayrağı güzellikle süslenmeli olan edebiyat bu konularaı bediî yolla insanlara iletmeğe çalışıyor.
Çağdaş Azərbaycan Romanında Savaş Terimi
Bugün Azerbaycan edebiyatında savaş konusundan bahs eden eserler daha çok tarihi romanın bünyesinde öğreniliyor ve araştırılıyor. Ayrıca bu o demektir ki, Azerbaycan edebiyatında “Savaş edebiyatı” terimi tam olarak yaranmamıştır. Azerbaycan edebiyatı Türk fikir tarihinden akıp gelen ahlaki-didaktik konulardan bahs etmekle zarifliyi ve inceliği her zaman kendisine konu seçmiştir.
Bağımsızlık dönemi Azerbaycan tarihinde halkın yeniden bağımsızlığına kovuşmasıyla en şerefli sayfalarından olsa da, komşu Ermenistanın Sovyet devletinin yıkılmasından ve bu karışıklıklıktan faydalanarak Sovyet ordu kuvvetlerinin yardımıyla Azerbaycan topraklarını işgal etmesi ve bu zaman dökülen kanlarla en facialı tarihimiz gibi de kanlı yaddaşımızda kaldı.
Azerbaycan topraklarını işgal eden Ermenistan devleti ile Azerbaycan arasında Karabağ savaşında ateşkes ilan edilmesinden 20 yıl geçiyor. Bu savaşın sonucunda yüzbinlerle insan bir facia yaşadı ve halen yaşamaktadır. Savaştan yıllar geçmesine rağmen, Azerbaycan edebiyatında savaşın ideolojik ve felsefi tarafını yansıtan sanatsal yapıtlar yazılmış ve yazılmaktadır. İnsan duyğularını birbaşa tərənnüm edən şiirde bu konu gerekli kadar işlenirse de, romancılık açısından o kadar da iç açıcı değil. Yapıtların çoğunluğu insan sorununu diğil, duyguların ürünü. Azerbaycan halkı halen savaş ortamında yaşıyor, bir milyondan fazla insanı göçmen, toprağının yüzde yirmisi (%20) işgal altındadır, demek ki bugün Azerbaycan edebiyatında savaş konusu önemli olmalıdır .
Edebiyat insan ruhunu eğitmeye hizmet ettiği için milletin benliğinin, gururunun, büyüklüğü’nün ve kurulacak sabahlarının yönlendirilmesi açısından büyük önem taşıyan mesleklerdendir.
Tarihi gerçekler bazen tarihi eserlerden daha çok sanatsal eserlerde saklıdır. Çünkü tarihi yazanlar herhangi sosyo-politik dönemin siparişi ile, ya da taraftarı olarak yazıyor. Fakat edebiyat insanı öğrendiği için yazar olaylara objektif bakmaya çalışıyor. Milli taassup politikasını daha üstün tutan yazarlar bile satrlarda gerçeği yansıtmaktan vaz geçemiyor.
Reel politiğin (siyase-i hakikat) insan ruhuna kurduğu tuzakları ortaya çıkaran araçlardan biri olan edebiyat, savaşın öldürdüğü ya da sakat bıraktığı fertlerin ve toplumların acılarını, çilelerini, onlara yapanları şiir ve roman başta olmak üzere farklı türlerde ele alır ve işler.(Eyüp AZLAL., http://www.ayvakti.net 20.09.2014).
Azərbaycan Edebiyyatında Karabağ Savaşı
Bugün Azerbaycan edebiyatında Karabağ savaşı konusunda yazılan eserler hiç te büyük ölçüde değil. Çünkü bir milyondan çok göçmenin olmasını, topraklarının yüzde yirmisinden (%20) fazlası işgal edilmesine vesile olan bir savaştan yazmamak veya bu olaylara vurdumduymaz yanaşmak bir halkın yazarları için hiçte hoş değil.
“Sanatkarın cemiyeti etkileyen savaşlardan ürpermemesi ve onun doğurduğu acılardan eserinde bahsetmemesi düşünülemez. Savaş edebiyatı, “dava için sanat” ve ya “sanat için sanat” diyenlerin tereddütsüz birleşebilecekleri engin bir alandır.” (Haluk Harun Duman, Salih Koralp Gureşir. 2009)
Mutlaka yazarlarımız bu konuda büyük eserler yazmalı, halkı ruhlandıran, onun damarlarındaki kanı çoşturmalıdır. Bir daha belirtmek isterdim ki, ne yazık ki bu dediklerim olmadı. Son dönemler bu konulara yeniden bakılsa da ne yazık ki gördüğümüz manzara hiç te gönlümüzce değil. Savaşın olan dönemde büyük eserlerin yazılması mümkün değildi. Lakin bu dönemlerde Azerbaycan edebiyatının 60. yıllar dönemi denilen bir nesli bile bu dönemde bu konulara giremediler. Henüz yetişmekte olan 80 90. yıllar edebiyatın üyeleri de ya savaşın acısıyla ya geçim sıkıntısıyla yüzyüze kaldığı için, ya da savaşın etkisinden dolayı savaş konusundan bahs eden eserler yazamadılar. 2000’de yetişen gençlik veya postmedernist adıyla tanımlanarak tamamen Azerbaycan-Türk geleneklerine yabancı olan konulardan yazmakla kalemlerini yabancı idiolojilere hizmet eder gibi yazmağa başladılar. Belki de bu edebiyatın özgürlüğüdür. Lakin hiç bir özgürlük milli değerlerden üstün olamaz.
Bu konuda yazanların çok az sayıda olduğunu gören Musavat dergisi 2010’da yazarlar arasında araştırma yapmıştır. Bu araştırmanın sorusu ise böyleydi: ” Karabağ konusunda eserler yazılsın, yazılmasın?” Belli olduğu gibi bu konunun ne derecede gerekli olması sorudan rahatlıkla anlamak oluyor. Soruya verilen cevaplar daha içler acıtıcıdır:
Soruya cevap veren yazar Selim Babullaoğluya göre: Son dönemlerde Karabağ konusunda kaleme alınan eserler “Harb ve barış” düzeyine ulaşmayıp. Bunan sebep Azerbaycanın hala belirgisiz durumda olmasıdır. Yani “savaş hem devam ediyor, hemde yoktur”: “eğer yazar yaşadığı durumu bilmiyorsa o bu durumda neden yazacak? Azerbaycanda birçok eserler çok gereksiz önem taşıyor ve yazar gibi bana yetersiz gibi geliyor, yürek bulandırıyor, bu da o demektir ki bizde savaşa karşı olan düşünce doğru değil.” (http://musavat.com/news/qarabaq, 15.09.2014)
Yazar, şair, edip Reşat Mecit ” Yazarlarda bir depresyon, stres, ruh düşkünlüğü var. Hala savaş bitmeyip…” (http://musavat.com/news/qarabaq, 15.09.2014)
Ünlü yazar Seyran Sehavetin ise bu konuya bakışı tamamen farklıdır. ” Ben tüm sözümüm sayan aydınların hepsinden evvel rica edip daha sonra onlardan talep ediyorum, Karabağ konusunda hiçbirşey yazmasınlar. Çünkü ben tüm varlığım kadar inanıyorum ki, bugün Karabaş konusu yazarlardan daha çok devletin, savunma bakanlığının, genellikle tüm halkın konusudur. Ben sdabah bir roman yazım, azdan-çoktan kendi fantezim de var, bir Azerbaycanlı karakteri yaradım, bir tarafdan da ermeniler bizi katletsin… Bu, mümkünsüz bir şeydir. Biz böyle yapmakla kimi aldatıyoruz?” (http://musavat.com/news/qarabaq, 15.09.2014)
Naşir Şahbaz Huduoğlu’nun bu konu hakkında düşünceleri ise bir naşir gözüyle şöyledir: “İstatistik bilgiler esasında yaranmış edebi örnekler var ki, bu okuyucunin ilgisine neden olmuyor. Bu olaylardan zarar görmüş insanların yazdıkları ise daha çok onların yakın çevresi için ilginç oluyor. Göçmen hayatı, Karabağ edebiyatı kendisine yer bulamıyor. Okuyucu Karabağ konusunda dinamik metin arıyor. (http://musavat.com/news/qarabaq, 15.09.2014)
Filoloji doktoru, edebi eleştirmen Vagif Yusiflinin düşüncelerine göre Savaş konulu eserlere örnek ” Akil Abbasın “Dolu” romanı, Hüseynbala Mirelemovun “Dağlarda asılan silah” romanı, ve.d gösterebiliriz. Ancak genelde 1988. den bu yana baş veren olayları, savaş hakkında, savaşın gerçeklerini anlatan olayları hiçbir eserde göremiyorum.” (http://modern.az/articles/33732/1/. 25.01.2013)
Tüm bu belirtilenler Azerbaycan edebi manzarasının bir nevi açık göstercesidir. Gördüğümüz gibi, eleştirmen, yazar, okucularımız bu konuda eserlerin ya olmamasından ya bediî kalitelerinin aşağı düzeyde olmasında rahatsız olmuşlar. Soru sorula bilir, gerçektenmi, Azerbaycan edebiyyatında Karabağ savaşından yazılan romanlar bu kadar mı eksiktir? Gerçektenmi, yazılan eserler bu kadarmı zayıfdır? Düşünüyorum ki, yukarıda isimlerini belirttiğim eleştirmenler, yazarlar bazen “başlarını” kendi gördükleri pencereden dışarıya çıkaramıyorlar veya çıkarmak istemiyorlar. Ve sadece etraflarında baş veren olayların gerçek tarafını görmemezlikten gelmekle kanatlenmeli oluyorlar. Çünkü yazılan eserler var. Doğrudur, onların poetikası o kadar zengin olmasa da, yazılan eserlerin tebliğinde de ciddi sorunlar var. Sizleri Karabağ savaşı konusunda yazılan birkaç eserle ve onların bu olayları hangi şekilde belirtikkleri konusunda bilgilendirmek istiyorum.
Çünkü yazılan eserler içerisinde Karabağ savaşına yazar tahayyülünün mahsulu olan gerçek kıyemti görmek oluyor.
İsa Muğanna’nın “Kabirstan”, Sabir Ahmedli’nin Karabağ hakkında üçlü eseri “Ahiret sevdası”, “Keyf”, “Ömür urası”, Akil Abbasın “Dolu”, Şamil Sadig ve Muşfik Hanın “Ümitlerin iziyle” Hüseynbala Mirelemovun “Yanan kar”, Orhan Fikretoğlu’nun “Tek”, Cengiz Abdullayevin “Alçakların kanunu”, Elhan Elatlı’nın “Cehennemden gelen ses”, Serdar Aminin “Siyah tavuk nağmesi”, Rasim Karacanın “Karabağ Dekamoronu”, Seymur Baycanın “Kukark”, Nüşabe Memmedli’nin “Zengule”, Yusif Ehmeddov “Toprağa dökülen kan”, Zaur Abullayevin (Akifoğlu) birinci bediî eseri olan “Kız ve Kurt”, Şamil Sadigin “ÖdErler” ve,d gibi romanları edebi-tarihi yaddaşımızı kendisine barındıran, elde olan bediî örneklerdir.
Yukarıda isimlerini belirtiğim romanlardan “Ümitlerin iziyle” romanının eşyazarı ben kendimim. Bu romanda rehinlikte olan Azerbaycanlı kızın Fransada bulunan bir günlüğünden bahs ediliyor. Eserin kahramanı: Azerbaycanın esir alınmış kadınlarının genel örneği Ayteki’nin dilinden esirlikte ermeniler tarafından acımasız işgenceler getirilmesi, onurunun çiğnenmesi, insan oğlunun aklına bile getiremeyeceği işkenceleri yaşadığı, gözü karşısında annesinin, babaannesine tecavüz edilmesi ve küçük kardeşiyle birlikte vahşicesine öldürülmesi hakkında anlatılıyor. Eser KGB’nın (Kamu Güvenlik Bakanlığı) arşiv belgeleri ve esirlikte olan kadınların anıları esasında yazılmıştır. Eser ne kadar tarihi gürçekleri yansıtsa da bugün ben o esere göre bazen utanc duyuyorum. Aslında tarihi belgeleri derleğende utanc duyduğum için eserin eşyazarı Muşfik Han’la birlikte bu gerçekleri okuyucuya iletmek için tüm çıplağıyla belirtmeği karara aldık. Çünkü bundan fazla ne ne yapılmalıdır ki, benim gibi bir Türk’ün öfkesini ve nefretini daha da büyütsünler. Lakin eseri okuyan ihtiyarlarmızdan biri bizi bu esere göre eleştirdi. Onun fikirine göre bu nevi eserler bir halkı kendisine güvenmeğe yardım etmiyor, aksine onun gözünün korkaklığa, herzaman ezilmeğe layik olduğuna, zayıf, güçsüz, kusursuz bir genclik yetişdirmeğe hizmet ediyor. Doğrudur, eserin sonunda sevgilisi Aytekini savaşda kayb eden Yüzbaşı Ramil’in yürüttüğü gizli operasyon hakikati ortaya çıkıyor. Aytekin’in yaşadığı belalara, işkencelere rağmen sonuna kadar vatanına ihanet etmemesi, kızkardeşinin yaşaması için ermenilerin tüm işkencelerine dayanan kahramanın, sonda vatanı için ondan ve kendisinden vazgeçmesi Azerbaycan gencliğinde öz milletiyle gurur duymasına, ezilsek de, yıpransak da, vatan sevgisi ve şerefi konu oldukta yeniden ayağa kalkıp benliğimizi kurtarmak gibi hislerimizin olduğunu anlatıyor. Lakin buna rağmen toprakları işgal altında olan bir halkın edebiyatı sadece kahramanlar yaratmalı, onların yiğitlikleriyle gençler arasında ruh yüksekliği yaratmalı, kurtuluşunun mücadeleden geçtiğini edebi tarzda ince, zarif yollarla ifade etmelidir. İşte bu nedenle de ben yakın zamanda Türk diline de çevrisi yapılan “OdErler” romanını yazdım.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin en değerli ödülü olan “Şöhret” ödülü almış ünlü yazar Akil Abbasın 2008’de yazılmış, 2012’de onun esasında aynı isimli film çekilmiş “Dolu” romanı edebiyatımızda hakkında en çok konuşulan, yazılan “Karabağ” savaşının gerçeklerini kendisinde ifade eden, keza onun savaştan bahs eden eser olmasıdır.
Yazar Karabağ savaşının gerçeklerini kendine has şekilde belirtiyor. Eser iki parçadan oluşmaktadır. Çok hareketli bir dille yazılmış eserin birinci bölümünde “Dünya’nın En Zengin Şehiri” Ağdam ve onun etrafındakı savaşlar, Ağdamda savaş zamanı gönüllüler’den oluşan ordu birlikleri, gönüllülerin “Vurgun Vurmuş Gençlerin” toprağı uğrunda savaşmaları ve şehit olmaları “Dünyanın En Zengin Şehirinin” Sovyet dönemindeki durumu tasvir olunup. Birinci Karabağ savaşının ateşkesle sonuçlanması sonraki dönemi kapsayan ikinci bölümdeyse “Dünyanın En Zengin Şehiri” işgal altında olan Ağdam’lıların çadır şehirinde yardım ümidiyle yaşamaları, Komutanın savaşdan sonrakı zengin hayatından bahs ediliyor. Yazarın yakın tarihimizi dikkatle ve profesyonel yazar gibi eserinde tüm olayları izlemisi açık görülüyor. Yazarın “Dolu” eserini “Karabağ hakkında salname” adlandırması yeteri kadar hakikate uygundur. “Dolu” eserinde Karabağ savaşının hakikatleri tokat gibi yüzümüzü değiyor.
Akil Abbas “Dolu” romanında rus düşmanlığını ve vicdansılığını, ermeni vahşilyini nice ustalıkla kalema alıpsa, Azerbaycan türklerinin hatta savaş ortamında bile insanlıktan, insanı değerlerden uzaklaşmadığını ustalıkla kaleme alabilmiş. Aşağıda belirteceğim örnek Türk askerinin hatta savaş ortamında bile ermenilerele aynı olmak, onlar gibi vahşi ve şerefsiz olmak istemiyor:
“Savaşların birinde ellerine bir ermeni kızı düşmüşdü. İntikam sevdasında gözlerini kan tutmuş çoçuklar kıza tecavüz etmek istemiştiler… Ve küçük kızı çalılığa basmak isteğen çoçukları rehin almışlardı:-Onlara dokunmayın! Bu konuşmalar zamanı aralarında tartışma yaşanmıştı.-Peki, onlar bizim kızlara işkence yapıyorlar?! Biz ermeni değilik!” (Akil Abbas. 2008. s.78.)
Bir önemli konunu belirtmek isterdim, yazar savaşa katılmış bu olayları kendi gözüyle görmüştür. Azerbaycan halkı, ordusu, Hocalı gibi bir facianı yaşasa da, savaşda, hiçte bediî eserinde de kendisini ermeniye benzetmekten uzak düşüncededir. Romanda dikkat çeken olaylardan biri de “Dünyanın En Zengin Şehiri’nin” Ağdamlıların Türkiyeye, Türk ordusuna olan sonsuz inancı, lakin bu inancın sarsılmasıdır.
Tabii ki, Karabağ savaşında Türk insanı yeterince halkımızın yanında olup, ona destek vermiş ve her türlü yardımını göstermiştir. Ancak bazı insanlar siyasi ortamı değerlendirmeden Türkiyeden, kendi kardeşlerinden daha büyük destek bekliyordu. Çünkü Türkiye tüm Türk halkları gibi Azerbaycan Türklerinin de kurtulüş yeriydi. Herkes bu beraber olmayan savaşta 1918’de olduğu gibi Nuru paşa, Enver paşa gibi kahramanların ülkenin yardımına koşmağa ümidindeydi. Eserde yazar Azerbaycanlıların ümitlerinin hiçe çıkmasını yürek yankısıyla belirtiyor. Çaresiz kalmış ana eserin kahraman oğlu Pelenge soruyor:
“- Evladım, peki bu Türkler niçin gelmiyorlar? -Gelmişler Anam gelmişler!-Allahım sana çok şükürler olsun. Peki kurban olduklarım nerdeydi?-Baküde döner dükkanı yapıyorlar. -Döner dükkanı ne demek evladım?
-Döner dükkanı? Silah fabriki.- Ayakların altında öleyim! Onlar olmasa, ermeniler çoktan bizi tamamen öldürmüşlerdi.- Şimdi defolun ermeni köpeği! Siz düşünüyordunuz kardeşlerimiz bizi yalnız bırakacaklar… Ve ikinciye haber ulaştı ki, Ordu birliğinin kadrosunda Türkiyenin bayrağını kaldırmışlar!… Ordu birliğindeki askerlerin kaldırdıkları Türkiyenin bayrağı değildi, Drakonun Pelengin kanına boyanmış gömleğiydi… (Akil Abbas. 2008. s.78.)
Belli olduğu gibi, Azerbaycanın zor durumunda ülkeye iş maksadıyla gelen tarikatçiler, işadamları burda hedef alınıyor. Masum Azerbaycanlı kadınınTürk ordusunun yardıma geleceğine ne kadar yürekten inandığının şahiti oluyoruz. Ne yazık ki, 1992’de Azerbaycana gelen küçük işadamaları bugün büyük holdinglerin, eğitim şebekelerinin sahipleridir. Burda genelde Türk ordusuna olan inanc ve güvenle bağlı “uman yerden kuserler” deyimi de belirtilmiştir. Lakin masum Azerbaycanlı’nın gazabından doğan “Baküde dönerci dükkanı yapıyorlar” ifadesi bile kardeşe olan ilgidir. Lakin resmi olmasa da, birinci Karabağ savaşında gönüllü Türk kardeşlerimizin bizimle aynı safda omuz omuza savaşıp şehit olmuşlar.
Yazar Karabağ savaşının kayb edilmesinde yalnız dünyanı, kardeş Türkiyeni suçlamıyor. Hala rusların dönmesini bekleyen, dolandırıcı “At belinde olan adam”ın savaşta kahramanlık gösteren Drakonu şahsi istekleri için öldürtmek istediği için cesur kahraman Pelenge bir çanta para vermesi o dönemdeki tarihi gerçekleri açıklıyor. Siyasi kargaşa Azerbaycan ordusunun tek emir altında savaşmasına büyük engeller yaratmış, gönüllüler ordusunda sık sık çıkan kargaşaların da topraklarımızın işgal olunması nedenleri gibi gösteriyor. Peleng ona teklif olunan iyrenc teklifi paranı alsa da maksadı Drakonu öldürmek değil, parayla ihtiyacı olanlara yardım etmek, kalan mablağı ise gönüllülere vermek fikirine düşüyor. Anası bu paranın nerden alındığını sorduğunda, o hakikati bilmediği için masum annesine yalan söylüyor:
– Hazreti Abbasa yemin ederim! Şimdi bana inandın mı? – Sonra “Türk” adı geldiğinde küçük çoçuk gibi sevinen annesini hem rahatlatmak, hemde sevindirmek için söyledi;-Türkler göndermiş. Annesinin gözleri sevinçten işıklandı: – Ben onlara kurban olayım! Ben onların başına dolanayım!” (Akil Abbas. 2008. s.78.)
Tabii ki, Pelengin annesi oğlunun şakasını anlamıyor ve masumcasına Türklerin yardıma geleceğine inanıyor. Pelengin ölümünden sonra o aynı çantanı komutana takdim ediyor ve Türkler tarafından gönderildiğini diyor. Bu, bir daha onu gösteriyor ki, bugün kimlerinse bu bir milletin arasına ayrımcılık salmak arzusunu da yok ediyor. Annelerimizin, babalarımızın kanında kardeşe inanc ve itibar hiçbir zaman ölmemiş ve yaşamıştır. Bu durum şimdi de böyledir.
Akil Abbasın “Dolu” romanı birçok taraflarına göre dönemin salnamesi saya biliriz. Yazar, eseri olayların olduğu dönemin hadiselerinin canlı şahiti gibi ustalıkla ve profesyonelce kaleme almıştır. Ve romandaki tarihi hakikatler, sanki edebiyatın savaşla savaşıdır.
Yazar, gazeteci Zaur Akifoğlunun “Kız ve Kurt” romanı kendi edebi çizgisiyle ve olaylara farklı bakışıyla çok meraklı eserlerdendir. Akil Abbasın “Dolu” romanı savaşta eziyet görmüş insan hayatlarından ve siyasi olaylardan bahs etse de, “Kız ve Kurt” romanı insanla tabiatın vahdetde olduğunu ve kanlı savaşların insanla beraber tabiata da vurduğu zararlar anlatılıyor. Savaşın yalnız bir millet için yok, insanlık için, yeryüzü için tehlike olduğu fikirini esas amaç gibi kabul ediyor. Bu eserde bir küçük, kimsesiz, Türk kızının kaderiyle tabiatın kaderini karşılaştırılıyor. Keza eserde tabiat-Kurt eserin esas kahramanıdır.
Karabağ savaşının örneğinde eserin esas karakteri olan Kurtun-tabiatın da işkencelere maruz kaldığı, ermeni işgalcilerinin başına belalar açtığını, evsiz, kimsesiz bırakdığı Azerbaycanlı çoçukların genel örneği Nigarın karşılaştırılması hiçte tesadüf değil. Eflatun Amaşova göre, ” O, masum karakter değil, kadim Türk halklarına ait insanı nitelikleri barındıran simgedir-Bozkurttur. Nigar ömrünün son dönemlerini yaşamasına rağmen kurtuluş elini uzatıyor, onu bukağılardan kurtarıyor. Bir zamanlar Türk evladına işıklı dünyaya yol gösteren Bozkurt şimdi hayırseverliğinin karşılığını alıyor. Bu etkli sahnenin katılımcıları akıllarına da gelmiyor ki, herikisi ermenilerin soykırımı hedefindedir. Biri Türk soyundan olduğuna, diğeri Türkçülük simgesi gibi kabul edildiğine göre.” (http://anl.az/down/meqale/525/2011/iyul/187952.htm)
Eserde Azerbaycanlı kız gibi, silahlarla mahv edilen tabiatdan kendi sürüsünü kurtarmak isteğen Kurt bile düşmanın hedefindedir. İnsanlara yanlız Türk olduğuna göre işkence eden, onları öldüren ermeniler Sibiryadan keskin nişancı Frolu bilakis Kurdu öldürmek için siparişle getirmiş ve para ödemişler. Gördüğümüz gibi, eserde sorunun amacı ve maksada doğru hareket etmesi yazarın arzusunun gerçekleşmesidir.
Sonuç ve Öneriler
Yaptığımız araştırmanın sonunda böyle kanata geliyoruz ki, Azerbaycan edebiyatında ayrıca romanında Karabağ konusuna başvurmamın gerçek amacın olmamasının birkaç nedeni var:
1. Azerbaycan’ın Karabağ savaşında mağlup olması,
2. Rejim değişikliğinin olması, yani bir sosyal kuruluştan diğer bir sosyal kuruluşa geçit dönemi yaşandığı için yazarlar arasında edebi varislik, salef halef prensiplerinin bozulması
3. Azerbaycan yazarlarının kendi okuyucusunun kaybetmemesi ve bugün okuyucuların yazarlardan talebinin olmaması,
4. Bağımsız Azerbaycan basım evlerinin tam olarak gelişmediğine göre,
5. Edebi eleştirinin adaletli olmaması, sadece gereksiz gruplara hizmet etmesi,
6. Devletin edebiyatı bir idioloji makinası gibi kullanmak cehdinin olmaması.
Yukarıda isimlerini belirttiğimiz ve hakkında konuştuğumuz romanların Karabağ savaşı hakkında bakış açısına genel olarak baktımığızda: Savaş zamanı Azerbaycan halkının ermeniler tarafından işkencelere maruz kalması, savaşta mağlup taraf olsak da, tek tek savaşarak kahramanlık göstermiş askerlerimizin kahramanlıkları, savaştan sonra göçmenlerin yaşadıkları durumu, savaşın her iki halka vurduğu manevi, psikolojik zararı, esirlik hayatı yaşamış Azerbaycan Türklerinin anıları, Sovyet hukumetinin varisi olan Rusyadan ve dünya kamoyundan Azerbaycana karşı tektaraflı konularına munasebetini görüyoruz.
Özet
Azerbaycan topraklarını işgal eden Ermenistan devleti ile Azerbaycan arasında Karabağ savaşında ateşkes ilan edilmesinden 20 yıl geçiyor. Savaştan yıllar geçmesine rağmen, Azerbaycan edebiyatında savaşın ideolojik ve felsefi tarafını yansıtan sanatsal yapıtlar yazılmış ve yazılmaktadır. Şiirde bu konu gerekli kadar işlenirse de, romancılık açısından o kadar da iç açıcı değil. Yapıtların çoğunluğu insan sorununu diğil, duyguların ürünü. Azerbaycan halkı halen savaş ortamında yaşıyor, bir milyondan fazla insanı göçmen, toprağının yüzde yirmisi (%20) işgal altındadır, demek ki bugün Azerbaycan edebiyatında savaş konusu önemli olmalıdır .
Edebiyat insan ruhunu eğitmeye hizmet ettiği için milletin benliğinin , gururunun , büyüklüğünün ve kurulacak sabahlarının yönlendirilmesi açısından büyük önem taşıyan mesleklerdendir. Bu makalemizdeki konuların Azerbaycan edebiyatında işlenmesi incelenmiştir.
Tarihi gerçekler bazen tarihi eserlerden daha çok sanatsal eserlerde saklıdır. Milli taassup politikasını daha üstün tutan yazarlar bile satrlarda gerçeği yansıtmaktan vageçemiyor. Makalede gerçekliğin edebi açıklaması yansımıştır.
İster savaş öncesi, ister savaş sırasında, gerekse savaştan sonra edebiyatın önemli bir alan olduğu bağımsızlık dönemi Azerbaycan romanının bağlamında tetkik edilmiş, edebiyatın savaş ile savaş etmeli olduğu vurgulanmıştır.
Anahtar kelime: Azərbaycan, Karabağ, roman, Savaş, tarih
Key Words
Azerbaijan , Qarabag (Karabagh) , novel, war , history
Kaynakça
1. Akil, A.(2008).”Dolu” Bakü: Tehsil.
2. Azerbaycan Edebiyatı, (1960). SSC EA Nizami adına Edebiyat ve Dil Enstitütüsü.
3. Edebi Süreç, (2011). Nizami Adına Edebiyat Enstitütüsü, Hedef.
4. Eyüp, A., “Savaş edebiyatı, edebiyatta savaş”, http://www.ayvakti.net 21.07.2014.
5. Haluk Harun, D., Salih Koralp G., Turkish studies. Yene türk edebeyati’nin kaynaklari: Savas ve edebeyat (1828-1911)international periodical for the languages, literature and history of turkish or turkic volume 4 /1-i winter 2009
6. http://anl.az/down/meqale/525/2011/iyul/187952.htm
7. http://modern.az/articles/33732/1/. 25.01.2013
8. http://musavat.com/news/qarabaq, 15.09.2014
[1]Doc.Dr. Bakü, Azerbaycan, Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Nizami adına Edebiyat Enstitüsü Edebiyat Teorisi bölümü
Bakü, Az – 1143, Hüseyn Cavid caddesi 31, Akademiya şeherciyi, esas bina 5 kat.